bazen olup bitenler o kadar ağır gelir ki, göğüs kafesine binlerce fil ağırlığında bir yük oturur. anlatmak istersin, yapamazsın. yazarsın silersin. o acıyı anlatacak kelimeleri toparlayamaz yazamazsın, sonra da oturur bi sigara yakarsın. gözün yine yaşlanır. günlerdir, belki de haftalardır ağlamadığını fark edersin. ağlayamadığını. öyle zorlar ki bu acı seni. hani, bazen kurtulmak için ne olursa olsun yaparım dersin ya, o raddeye getirir. sonra kurtulamayacağını fark edersin.
alışmaya başlarsın. “olmalı” kelimesi yerini “olduğu kadar” tamlamasına bırakır. çünkü artık olduğu kadar yaşamaya başlarsın. olduğun kadar mutlusun, olduğun kadar yaşıyorsun. aslında ne mutlusun, ne de yaşıyorsun. sadece nefes alıyorsun, ah evet, biyolojik olarak buna yaşamak deniyor. ama işte yaşamıyorsun. içinde taşıdığın şey ölü bir ruh, o bedeni öylesine çok yoruyor ki. o beden artık dayanamıyor. akıl almaz acılar çekiyor. zor oluyor işte.
alıştıkça n’oluyor peki, sadece çektiğin acıdan rahatsız olmamaya başlıyorsun, o acı senin bir parçan oluyor. o acıya öyle çok alışıyorsun ki, artık canını yakmıyor, sadece yaşadığını hissettiriyor. yaşadığını sadece göğüs kafesindeki filler hissettiriyor. kurtulmak istiyorsun. biri elini tutsun istiyorsun artık.
çünkü sen çok yoruldun. çünkü artık dayanacak gücün yok. çünkü tek başına yapamıyorsun. biri gelmeli ve elini tutmalı. sonuna kadar. ancak o zaman yeniden ayağa kalkabilirsin. o zaman yeni bir sayfa açmak yerine, o defteri yırtıp, bir yenisine geçebilirsin.