12 Mart 2014 Çarşamba

Şah!




Piyon düz gider çapraz yer
Kaleler istediği kadar düz gider
Filler istediği kadar çapraz gider
Vezir düz çapraz istediği kadar gider
Atlar L çizen her yere gider..
Şah düz çapraz tek kare gider..

Hayatın da böyle basit kuralları var mı acaba diye kaç zamandır düşünüyorum ama aklıma mantıklı bir kuram gelmiyor. Önümdeki kareli tahtanın üzerindeki taşlara bakarken bu tekrar aklıma geliyor. Belki hayat da doğru hamleleri doğru yerde yapma mantığı üzerine kurulu bir oyundur..

Belki de şöyledir.. Hayat karşımızdaki rakiptir. O hamlelerini oynar.. Kozlarını döker.. Bizi yenmeye çalışır. Biz de hamlelerimizle ona karşılık verir, onun saldırılarını altetmeye ve başarılarımızla onun üstesinden gelmeye çalışırız.. Hayata ne kadar zarar versek ya da ona karşı üstün gelsek o kadar zevk alıyoruzdur.. Belki de böyledir..

Evet evet.. Defalarca belki de binlerce kez satranç oynadım. Çocukluğumdan beri.. Ama evet.. Satrancı hayata en çok benzettiğim an, taşlarımdan birini ya da birkaçını feda etmek zorunda kaldığım anlar olsa gerek.. Evet düşününce bu gayet mantıklı..  Hayatı da yaşayabilmek için birşeylerden vazgeçmek zorundasın.. En azından kendi hayatıma bakınca bu kuram bana mantıklı geliyor..

Hayat ile satranç arasındaki en büyük farkı hissettiğim an ise ilk hamleyi yapmadan önceki o an.. Ben hiçbir satranç maçında bir tarafın taşının eksik başladığını ya da bir tarafın taşlarının rakipten fazla olduğunu görmedim.. Satrancın mantığı da budur.. İki taraf da başlangıçta eşit güçtedir..  Farkı belirleyecek olan rakiplerin kendisidir..

Fakat kurduğum kuram açısından bakarsam gerçekler hiç de böyle değil.. Herkes hayata geldiğinde hayatla bir satranç mücadelesine oturuyorsa.. Kimisi bu oyuna çok üstün bir şekilde başlıyor kimisi ise bu oyuna baştan yenik başlıyor..

Satranç adil bir oyun.. Ama hayat öyle değil..


Ben bunları düşünürken karşımda duran ufaklık bir piyonumu daha yiyor... Taşları pek güzel bir konumda olmasa da başlangıç için iyi sayılabilecek bir avantajda.. Sonra bana bakıyor.. ''Hocam sıra sizde'' diyor..

Önümdeki satranç tahtasına bakarken içimden birkez daha herşeye lanet ediyorum.. Lanet edişim birkaç piyonumun yenişi değil.. Keşke oyunla alakalı olsa ama değil.. İşte bu adaletsizliğe lanet ediyorum.. Ve bu adaletsizliğin karşımda duran kurbanı miniğin durumuna..

Yoo.. bu lanet edişim aslında terimlere kavramlara kişilere durumlara has olmamalı.. Ben herşeye eşit derecede lanet ediyorum şuan.. Sadece karşımdaki hayatın kurbanı bana bu lanet edişimin sebebini hatırlatıyor o kadar..

Filin çaprazındaki piyonu bir ileri oynuyorum ve az önce piyonumu alan korumasız piyonunu hedef alıyorum.. O ise hemen bu hamlemin ardından atını oynayıp piyonuna destek çıkıyor..
Piyonlardan diğerini bir ilerleterek o piyonun çaprazına getiriyorum.. O ise az önce oynayan piyonu yiyor.. Ben de onun piyonunu yiyorum piyonumla.. O ise atının çaprazına bir piyon koyuyor ve vezirin önünde duran atını korumaya alıyor..

Duruyorum.. ''Hakan'' diyorum.. ''Efendim hocam'' diyor.. ''En son girdiğin kemoterapin nasıl geçti'' diyorum.. ''2 gün önce ''

''İyiydi hocam'' diyor.. ''Doktor ilaç tedavisinin iyiye gittiğini söyledi'' diyor..

''İlaçlarını aksatmıyorsun değil mi ?'' diyorum..

''Aksatmıyorum hocam diyor.. Gülümsüyor.. Oynasanız artık diyor..