satırları, kaleme alanı tarafından artık anlamsız bulunan bir müsvedde defterin, temize çekilip atıl halde bırakılmış nüshası..
11 Haziran 2016 Cumartesi
Baston
Günlerdir hışımla yağan kar, öfkesini almış, durulmuş; dinlendiği birkaç saatin ardından rüzgarsız havada dingince yağmaya devam ediyordu. Perdeleri örtülü evlerin bacalarından çıkan ılık, isli bir duman, ortası karlardan temizlenmiş sokağın üstünde geziniyordu. Başıboş bir sokak köpeği sokağın ucunda ürkek adımlarıyla belirdi, yer yer ıslak karlarla kaplanmış tüyleri soğukta titreyerek birkaç evin girişinde birkaç avlu kapısında gezindi, gözlerinde derin bir umutsuzluğun yorgunluğu hakimdi. Belki açlığından, belki de ilerideki çöplüğün burnuna gelen cezbedici kokusundan geceyi geçirmek için sürdürdüğü nafile yer arayışından vazgeçti, sokağın çıkışına doğru arkasında bıraktığı minik pati izleriyle beraber gözden kayboldu.
Yaşam uğultusunun bu aylarda epey kulak kabartarak duyulabildiği sokağın, o aşina olduğu güç bela sürdürülen meşakkatli yaşam mücadelesinden doğma çok sesli sönük tınılarının içinde hayırlı ya da hayırsız olduğu meçhul bir siren sesi davetsiz bir şekilde peyda oluverdi. Birkaç saniye sonraydı ki beyaz örtünün kapladığı renkten yoksun sokak, polis aracının tepe lambasından saçılan, kısır bir kovalamaca misali birbirlerine devinip duran kırmızı ve mavi ışıkla boyandı. Araç ne yapacağını bilmez bir edayla sokak başında birkaç dakika duraksadıktan sonra ilerisinde durduğu bakkalın yanına yanaştı.
1216
Gözlerini, uyuduğu derin uyku sonrası araladığında kendini nerede olduğunu dahi idrak edemeyeceği koyulukta bir karanlığın içinde buldu. Ne zaman uyuya kalmıştı, bu derin uyku ne kadar sürmüştü; hiçbir fikri yoktu. Alabildiğine bir karanlığın içinde, ağır bir sessizlik ile beraberdi sadece.
Zihninin kendine gelmesi için biraz beklemek iyi bir fikir gibi gelmişti; uyku mahmurluğunu üzerinden atacağını, gözlerini kapatıp bir süre bekleyip yeniden açtığında her şeyin yoluna girmiş olacağını umut etti. Fakat geçen sürenin ardından ne yeni bir şey hatırlayabildi, ne de gözlerini açtığında karanlıktan başka bir şey görebildi. Bir şey hatırlamamıştı bu zihin imtihanıyla belki fakat hatırlayamadığı tek şeyin uykusunun süresi ve zamanı olmadığını fark etmişti, bu da bir şeydi. Öyle gözüküyordu ki kim olduğunu, başına neyin geldiğini de bilmiyordu; kendisi hakkında endişeye kapılmaya başlamıştı. Bir ara tedirginliğinden kalkmak istediğinde fark etmişti ki hareket kabiliyetinde de bilemediği bir sıkıntı vardı. Bu problemi anlayabilmek için içinde peyda olan paniği güç de olsa yenip sakinleşti ve korkusu el verdiğince ufak kıpırdanma teşebbüsleriyle kendini denemeye koyuldu.
Mızrap ile Ayraç
Günler önceydi ki ince bir sis dalgası, usul bir şekilde, pek kimse fark etmeden sonbahar çehresine bürünmüş sokağın üstüne çöküvermişti. İnsana unuttuğu acılarını ya da zihninin ücra köşelerine sinmiş sinsi korkularını fısıldayan kirli, puslu bu havanın esareti altındaki ıssız sokak, birkaç dakika önce başlayan yağmurla yıkanmaya başlamıştı. Ne yağmurlar görmüştü bu ıssız kaldırımlar; yitik çehreli, yaşam uğultusuna hasret vakur yollar. Yıllar önce yine yağmurlu bir gün, tıpkı zamansız ölümler gibi bir anda yalnızlığına terkedilmiş, şehirlere; ışıltılı, yaldızlı, gürültülü sokaklara birbiri peşi sıra göçen sakinleri ardından kendi kaderiyle baş başa bırakılmıştı. İşte o gündü ki kaldırımlarda oyunlar oynayan sevimli çocuklar, balkonlara toplaşıp sohbet eden hamarat kadınlar, işe gidip gelen beyefendiler yanlarında ağaçlarda öten kuşları, çöplüklerde birbirine rastlayıp ansızın çığıran kedi ve köpekleri, yaz akşamlarında edilen koyu sohbetlere karanlıktan beliren ses ve ışıklarıyla eşlik eden türlü böcekleri de alıp götürmüşlerdi yanlarında ve sokağı böyle yağmur damlacıklarının çıkardığı muhteriz tınıların dahi bir uçtan bir uca çınladığı bir yalnızlığa mahkûm etmişlerdi.
O gün yerini yurdunu terk etmemiş, bu sokakta kalmayı seçmiş tek tük yer vardı, yol ağzının ilerisinde duran iki işyeri; saz atölyesi ile sahaf dükkânı bunlardan ikisiydi.
Düğün
Yamalı, çukurlu, tümsekli dar asfalt yol, ilçeden köyün mezarlık kısmına kadar birkaç viraj dışında neredeyse dümdüz geliyor, eski asırlık mezarlığın yakınlarında köy evlerin kerpiç duvarları arasında kıvrılarak uzaklardaki diğer köylere doğru salınıp gidiyordu. İlçe yönünden köye yola çıkıldığı vakit sıcaktan pişen asfalt sebebiyle köyün, yolun ucunda dikilen silik renkli çehresi, sıcaktan erir ya da bulanık bir rüya içinde kaybolur gibi gözüküyordu. Köy kahvesinin söğüt gölgeli avlusunu çevreleyen taş duvarın dibinden başlayıp, eski insanların gaz lambalı sofralarda küçüklere hakkında masallar anlattığı uzak dağlara kadar uzanan tarlaların birçoğunda yılın hasadı kaldırılmıştı; ekinler toplanıp çuvallanmış, saplar balya haline getirilip samanlıklara dizilmişti. Manzarayı bozan tek tük akıbeti belirsiz tarla hariç şimdi tüm bu çıplak arazide yeni sarf edilmiş insan gücünün o emek kokulu dumanı, bitirilmiş bir ödevin huzuru ve ödüllendirilmiş bir özverinin bereketi ile beraber toprağın üstünde taze tütüyordu.
Yaz sonlarına özgü bir neşe vardı ağır çatıların, kiremit damların üstünde süzülen havada. Her yaz gibi bu yaz da tarla işleri bittikten sonra girilen tatlı telaşenin içindeydi köy son birkaç haftadır. İlçedeki tarım kooperatifinin, dönemlik kullanım için köye açılmış küçük ofisi ile bitişiğindeki muhtarlık binasının önünde kalan geniş düzlükte birkaç gündür olduğu gibi gene bir düğünün hazırlıkları vardı.
Yaz sonlarına özgü bir neşe vardı ağır çatıların, kiremit damların üstünde süzülen havada. Her yaz gibi bu yaz da tarla işleri bittikten sonra girilen tatlı telaşenin içindeydi köy son birkaç haftadır. İlçedeki tarım kooperatifinin, dönemlik kullanım için köye açılmış küçük ofisi ile bitişiğindeki muhtarlık binasının önünde kalan geniş düzlükte birkaç gündür olduğu gibi gene bir düğünün hazırlıkları vardı.
Merhaba Defter
Merhaba defter;
Ömrümden giden sıradan bir gün gibi geçip gitti bu gün de. Gerçek acılardan, unuttuğum tozlanmış eski dertlerimin tazelendiği o ürkünç anlardan uzak, hayatın ne kadar saçma ve boş; bir o kadar da acımasız ve kötü olduğunu tekrar bilmem kaçıncı kez idrak etmekten uzak, sakin sıradan öylesine bir gün...
Kahvaltıdan sonra her zamanki gibi midem yandı ve ben de her zamanki gibi buna aldırış etmeden birkaç sigara içtim. Belki birkaç dakika insanlardan ne kadar uzakta olduğumu düşündüm bunun ardından, bilemiyorum. Belki karanlık geleceğimi belki simsiyah geçmişimi de düşündüm ardından. Art arda giden birbirine bağlı tren vagonları gibi bu. Beni üzen, aldatan insanların ben bunları düşünürken ne yaptıklarını merak ettim belki...
Yine çaresizce bir çıkış yolu aradım ve yine sessizce düşünüp bulamadım ve bir sigara da buna yaktım, kim bilir. Pencereye çıkıp mavi gökyüzünü turlayan özgür beyaz bulutçuklara göz gezdirirken, bulutların o minik kımıldayışını o ağır ağır gökyüzünde süzülüşlerini farketmenin ilhamıyla beraber hayatta olduğumu fark edip önceki günler gibi yine bir şeyler başarabileceğime inandırdım tekrar kendimi belki. İçimden "Bir silkinsem kendime gelebilir, her şeyi düzeltebilirim. Ben neler atlattım kendi içimde. Bütün bunlar gibi içimde dönüp duran kaç kederli hissi boğdum da ölmedim. Bunları da atlatırım!" diye yineledim mi hatırlayamıyorum ama, eğer içimden bu cümleler geçmişse, kesinlikle yüzümde aptal gereksiz ve acınası bir gülümseme doğmuştur o an, buna eminim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)